''KAR ÇUKURU''

Anadolu’da her kasabanın bir delisi bir de velisi olur. Onlar ne deli ne de veli, üçten sekize kırk dokuz elliydiler. Cemal ve Sami! Biri kırk yıllık eğitimci diğeri kırk bir buçuk yıllık muhtardı. Cemal şişman ve tıknaz, Sami iri yarı ve uzun boynuylu. Bu fiziki uyumsuzluğa rağmen ikisi kadar uyumlu başka bir dostluk göremezdiniz. Cemal’in karısı emekli hemşire ve Etna Yanardağı’nın ruhuna sahipti. Arasıra patlayarak lav ve kül püskürürdü. Sami’nin karısı tropik yağmurluydu. Cemal ve Sami’nin yazları fındıklı ve tozlu, kışları Yirmi Beşin Meyhanesi’nde çok alkollü ve sarhoş geçerdi. İkilinin ününü ve yaptıklarını bilmeyen kasabalı sayılmazdı. Meyhanede başlayan akşam hayatı, çoğu gece bitmez sabahleyin başka ilde uyandıkları rivayet değildi. Yaşadıklarını kurgu yapıp yazsanız yine de başarılı olamazdınız. Kasabanın sosyal ve psikolojik koşullarında hali vakti yerinde olan bu iki yahşi yaşlı adamın adamlıkları beş beşlik, arkadaşlıkları dört dörtlüktü. Yardım etmedikleri ne bir kişi vardı ne de bir evcil hayvan. Yurt yaparlar, köy çocuklarına yemek verirler, yoksul çocukları giyindirirlerdi. Daha neler neler? Hangi sazda bir kopuk tel varsa o teli değiştirirler, türkü gibi hayat yaşarlardı. Her erkeğin bir kusuru vardı elbette. Sarhoşluğun felsefesini okumuş kitabını yazmış adamlardı vesselam.

Tipi kasabada sokaklarında yol kesiyor, buz çatlatan ayazı çatılarda ısıracak ten arıyordu. İşte böyle bir akşamda her ikisi de Yirmi Beş’in Meyhanesi’ne girdi. Giriş o giriş. İki güzel adamda para bol ya! Ne zaman bir masaya ikisi otursa bir saat içinde masada en az on kişi bitiverirdi. Mezenin tadından girip damağından çıkıldı. Rakının üzerine bira cilası çekmek meyhanenin özgeçmişinde yazılıydı. Kafalar bulutsu renk aldığında ve atmosferin bütün katmanları kasabaya indiğinde onları kim tutabilirdi ki artık. Anıların birisi gider ikisi gelir. Kahkaha frekansıyla cam frekansı eşleştiğinde bardaklar bile kırılırdı. Sonunda ayakta duramaz ve sidiği pisuvara tutturamaz hale gelince bira egzersizini bitirerek sokağa çıktılar. Çıkış o çıkış.

Kasabının sokakları bembeyaz! Belediye kepçesi vızır vızır kar kürüyordu. Muhtar Sami kendisinin çeyrek yaşındaki binek renosunu nereye park ettiğini unuttu. Hatırlaması için önce kasabanın kendi ekseninde dönüşünün durması gerekiyordu Park denemez tabiki olsa olsa yolun ortasına bırakıverirdi. Kepçeyi görünce hatırladı. Otomobile doğru kısa, yamuk ve zikzak adımlarla yaklaştılar. Alkol seviyesini ayak izinden ölçmek mümkündü. Karı temizleyerek ön kapıyı zor bela açtılar. Cemal’de arka kapıdan bindi. Hava soğuk inadım inat diyen hurda yığını marşa aldırmıyordu. Sarhoşa söz geçer mi? Sami anahtarı çevirdikçe çevirdi ve inadı kırılan zavallı motor delirerek çalıştı. Biraz patinaj, biraz meyhaneci iteklemesiyle buz pistine dönen yolda artistik ve platonik patinaj yaparak gözden kayboldular. Kayboluş o kayboluş.

Yön tayinini yıldızlara bakarak değilde bira kapağına bakarak yapınca oturdukları mahallenin – ki kasabadan uzak mahallelerdi- yoluna yani kuzeye sapacakları yerde Güneye saparak başka bir mahallenin yoluna girdiler. Kepçe yolu yeni açmıştı. Bir iki kilometre gittiler kepçenin manevra yaptığı tali ayrımdaki kar yığınına bodoslama daldılar. Ve öylece saplandılar. Sami “ Seni bırakır eve giderim Cemal” diyordu. Sonra karanlıkta yürüdüler. Yarı bellerine kadar karda son güçlerini tükettiler ve bir kar çukurunda yığıldı kaldılar. Nereye geldiklerini bilmiyorlardı. Köye yürüdüklerini varsayıyorlardı. Bu sırada az ilerdeki kocaman gürgen ağacının dallarında fırtına ıslık çalıyordu. Bedenleri alkol aleviyle öyle yanıyorduki çukurdaki karı yumuşatarak bedenlerini biraz daha derine saldılar.

Kasabada tipiden başka bir hareket yoktu. Aynı anlarda telefon ve dedikodu furyası kasabaya yayıldı. Bütün evlerin ışıkları bir bir yanmaya başladı. Gocuğunu, ceketini kapan koşarak kasabanın tek meydanına indi. Sami ve Cemal kayıptı! Yüzden fazla kasabalı dakikasında toplandı. Gerisi akın akın geliyordu. Durumdan jandarma komutanının haberi oldu. Bütün askerleriyle meydana geldi. Beşer kişilik guruplar oluşturularak acilen aramaya çıkıldı. Ama ne arama! Kayıp iki adam jandarma komutanının has adamıydı ve meydanda bağırıyordu.” İkisinin de dirisini ölüsünü hemen bulacaksınız, sakın bulmadan dönmeyin!” Gruplar ışık hızında yollara dağıldı. Bir grupta otomobilin saplandığı yöne doğru yürümeye başladı. Tipi tekerlek izlerini kapattığından otomobile dair bir işaret yoktu. Arama canhıraş sürüyordu.

Kar çukurunda soba bacası gibi nefeslenen iki kafadardan Sami üşümeye başladı. Yerinden kalktı ve “Cemal kalk gidelim” dedi. Kendinden geçmiş Cemal” Sami sen git” dedi. Ayıksı ve ayrıksı kafayla yola çıkan Sami, kaykık adımlarla geldikleri yöne geri dönerken, o yolda arama yapan kasabalılarla karşılaştı. Ohh be! Ne olduğunu sormaya gerek yoktu. Her zamanki aşinalık. Sonra çukurdaki Cemal’i alarak acil adımlarla kasabanın sağlık ocağına getirdiler. Yarı donma belirtisiyle romantik masajdır, ovalamalar... Kafaları halen üç pilottu. Kasaba milleti derin bir soluk aldı. Alkol şişede durduğu gibi değil halen damarda olduğu gibi duruyordu. Her ikisini de kendilerine getirerek o gecenin sonunda sen sağ ben selamet evlerine bıraktılar. Bundan ötesi, Etna Tanrıçası ile Tropik Orman Büyücüsü’nün insafına kalmıştı artık.

Kötümserlikten gülümseme çıkaran adamlardı. İki gün sonra yine kar yine tipi. İyi saatte olsunlar bulutları kasabaya yaklaşıyordu. Saçaklardan aziz buzlar sarkıyordu. Alkol duvarını bu kez uzun atladılar. Kahkahalar... Kahkahalar! Masada her kesin konuşup kimsenin dinlemediği bir anda birdenbire o geceye dönen Muhtar Sami, kar çukurunda geçirdikleri dadikaları ballandıra ballandıra anlatmaya başladı. Sessizlik komut vermişti. Susulacak! Sus! Kadehler elde fırtlar dilin altında kaldı. Yutkunmak artık yasaktı. Tütsülü meyhanenin kutsal bira cemaati şimdi çok dikkatli onu dinliyordu.

-Ben gidiyorum Cemal dediğimde ne dedi biliyor musunuz? -Ne dedi... Ne dedi? -Ne dedi biliyor musunuz? -Sami amca Ne dedi ya? -Dedi ki; giderken kapıyı çekmeyi unutma, rüzgar sert esiyor! Sonra sözler bitti. Naralar patladı. Bir gece biterken, hayat ve iki güzel adam için kadehler bir daha şerefine kalktı. H.İhsan Sönmez